Aşk ve Canavarlar (Love and Monsters)

Oturduğumuz yerden kalkıp yolculuğa çıkmamız için bir bahane sadece...

Film Adı: Aşk ve Canavarlar (Love and Monsters)
Yıl: 2020
Tür: Aksiyon, Macera, Komedi
Süre: 1s 49dk
Yaş Sınırı: 13+
IMDb Puanı: 7.0 (116 bin oy)
Yönetmen: Michael Matthews
Oyuncular: Dylan O'Brien, Jessica Henwick, Michael Rooker

GİRİŞ: Aşk ve Canavarlar (Love and Monsters) film inceleme yazısının içeriğiyle ilgili bilgi: 

Aşk ve Canavarlar adlı film üzerine yazdığım inceleme yazıma hoş geldiniz. Bu yazımda Aşk ve Canavarlar filmi üzerine iki değişik incelemeye yer veriyorum. Değişik desem de konuları aynı ama anlatım şekilleri farklı. Öncelikle filmi özet şeklinde anlatıyorum. Filmdeki olaylara tek tek yer vermeden filmin konusunu belli olaylar içinde öne çıkarmaya çalıştım. Gerçi böyle desem de, filmi izleyip yazımı okuyanlar fark edecektir; yazımın en başında yer alan kısım filmde yok. Bu kısım tamamen benim uyarlamam. Filmin arka planında olmuş olabilecek muhtemel senaryolardan bir tanesi sadece. Filmin kendisiyle bağlantısı yok yani. Yazımın devamı ise filmde gördüğümüz sahnelerin genel bir özeti ve benim orada burada öne çıkardığım filmin konusundan oluşuyor. 

İkinci inceleme yazımda ise; Aşk ve Canavarlar adlı filmde geçen olaylara hiç değinmiyorum. Filmin konusunu ve verdiği mesajları...Ya da daha doğru bir ifadeyle, benim filmden anladığım kadarıyla filmin konusu ve mesajlarını doğrudan anlatıyorum. İlk kısım daha çok bir hikayeye benzerken ikinci kısım, felsefi bir denemeye benziyor. Bunların her ikisini de mi okumak istersiniz yoksa sadece birini mi okumak istersiniz, seçim sizin. 

İNCELEME YAZISI 1: FİLMİN ÖZETİ VE KONUSU

Her şeyin başlangıcı, bütün televizyon kanallarında aynı anda yayınlanan bir son dakika gelişmesiydi. Ya da biz her şeyi böyle öğrendik diyelim.

''Sayın seyirciler;
Bir son dakika gelişmesi için programımıza ara vermek zorundayız.
Hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamaya göre devasa bir asteroid hızla Dünya' ya yaklaşmakta. Ancak endişeye gerek olmadığı, her şeyin kontrol altında olduğu söyleniyor. Şimdi yapılan açıklamaya dönelim...''

Asteroid daha önceden tespit edilmişti. Dünyanın önde gelen ülkeleri bir araya gelmiş, gizli görüşmeler yürütmüş ve bu felakete çözüm aramıştı. Yapılan hesaplamalara göre asteroidin Dünya' ya çarpmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Sebep olacağı zararları tam olarak tespit etmek mümkün değildi. Ama oldukça yıkıcı olacağı düşünülüyordu. Sonunda asteroidi çarpmadan önce parçalamaya karar verdiler. Uzay kurumlarının ve askeri kurumların ortak çalışmasıyla roketler geliştirildi. İşte, bu roketler hazırlandıktan sonra vatandaşlara duyuruyu yaptılar. Yapılan duyuru son derece özgüven doluydu. Öyle ki; hemen herkes fırlatılacak bu roketlerle sorunun tamamen çözüleceğine inanıyordu. İnanmak istiyordu. Dünya genelinden yapılacak koordineli fırlatma zamanı geldiğinde halk sokaklara dökülmüş, şimdiden insanlığın zaferini kutluyordu. Roketler fırlatıldı ve asteroid Dünya' ya çarpmadan önce parçalandı. İnsanlığın zaferini bir bayram havasında kutladı herkes. Ama her şey bununla sona ermedi. İnsanlık, ilk defa tecrübe ettiği böyle bir olayla başa çıkabilecek kadar tecrübe sahibi değildi henüz. Evet, doğru! Dünya adlı evimizden, rahat yuvamızdan dışarı adım atmayan biz, tecrübesiz insanlık için beklenmedik bu olay sonumuzun başlangıcı sayılırdı. 

Roket dediğimiz silah, gücünü içindeki kimyasallardan alır. Fırlattığımız binlerce roket asteroidi parçaladıktan kısa bir süre sonra fark ettik ki roketlerin içindeki kimyasallar Dünyaya geri yağıyordu. İşte o zaman, insanların yüzündeki gülümseme yerini yine endişe ve korkuya bıraktı. Aradan çok zaman geçmemişti ki Dünya geneline yayılan kimyasalların etkisine bütün insanlık bizzat şahit oldu. Dünyanın dört bir köşesine yağan kimyasalların etkisiyle soğuk kanlı hayvanlar hızla mutasyona uğradılar. Devasa boyutlara ulaşan bu hayvanların... Yok hayır, daha doğru bir ifadeyle; bu canavarların, karınlarını doyurmaları artık eskisi kadar kolay değildi. Menülerine eklenen insan adlı yiyecekten ise bolca vardı etrafta. Mutasyona uğrayan bütün hayvanlar da insanlara karşı saldırgan değildi tabi. Otçul hayvanlar mutasyona uğrayıp devasa boyutlara ulaşsalar da her zamanki gibi kendi yaşamlarına devam ediyorlardı. Ta ki nedensiz yere korkup kendilerine saldıran veya yaşamlarına karışan insanlar çıkana kadar. Bunlara karşı da kendilerini korumaktan başka çareleri yoktu tabi. Devasa canavarlar ile askeri birlikler birbirlerini yok ettiler. Geriye kalan insanların ise karşı koyma imkanları son derece sınırlıydı. Saldırgan canavarlar, her geçen gün azalan imkanlar, bazı insanların aptalca kararları ve insanlığın bu beklenmedik gelişme karşısındaki tecrübesizliği bir araya gelince bir yıl gibi kısa bir sürede insan nüfusunun neredeyse tamamı yok oldu. Kaçıp kurtulabilenler yer altı sığınaklarına saklandılar ve hayatta kalmaya çalıştılar.

Ben de yer altına sığınıp şimdiye kadar hayatta kalabilmişlerden biriyim. Kendime şanslı mı demeliyim emin değilim. Saldırgan canavarlarla mücadelenin yaşadığımız şehre sıçramasıyla her şey çok hızlı gelişti. Sevdiğim kız ile yollarımız mecburen ayrıldı. Kaos içinde kaçıp canımızı kurtarmaya çalışırken anne ve babam öldü. Bizzat şahit olduğum bu korkunç olayın şoku nedeniyle ne yapacağımı bilmez halde öylece donup kalmışken oradan geçen bir grup beni de yanlarına aldı. Şu anda bulunduğumuz yer altı sığınağına ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgiyi kat ederek ulaşabildik. Pek çok tehlike atlattık ve pek çok ölüme şahit olduk. 

Beni yanlış anlamayın. Her şeyden de şikayetçi değilim. Bulunduğumuz sığınak bizi yıllardır güvende tutuyor. Her ne kadar yeryüzünün yeni hakimi olan canavarlardan korunmak tam olarak mümkün olmasa da... Öyle böyle hayattayız. Uyuyacak bir yerimiz ve yiyeceğimiz var. Bir parçası olduğum grup da oldukça iyi insanlar. Geçen zaman içinde atlattığımız zorluklarla neredeyse gerçek bir aile kadar yakınlaştık. Birbirimize değer verip birbirimizi koruyup kolluyoruz. Ama yine de kendimi değersiz hissediyorum bu grupta. Anne babamı kaybettiğim olayın bende bıraktığı travmanın etkisiyle ne zaman bir canavarla karşılaşsam donup kalıyorum. Hayatta kalmak için her günün mücadele ile geçtiği bir ortamda yaşıyoruz. Ve böyle bir ortamda en önemli görevi yerine getirememek beni grup içinde değersizleştiriyor. Buna rağmen grubumuzda kimse beni dışlamıyor. Tek yapabildiğim temizlik, yemek gibi diğerlerine kıyasla daha önemsiz işler olsa da kabul ediyorlar beni de bu grupta. Rahatsız olduğum hususlar da yok değil tabi. Kendimi değersiz hissetmem bir yana grubumuzdaki neredeyse herkes bir çift. Onca zorluk içinde birbirlerine aşık olup bir araya gelmiş insanlar. Etrafımdaki herkesin aşklarını yaşarken benim yalnızlık çekmem de oldukça canımı sıkıyor. Anlayacağınız kendimi buraya ait hissetmiyorum. 

Sığınakta sahip olduğumuz telsiz sayesinde, uzun uğraşlarım sonunda sevdiğim kızı buldum. Yaşadığımız şehirden kaçmak zorunda kaldığımız o gün ayrı düştüğüm kız... Ayrılmadan önce gelip onu bulacağıma dair söz verdiğim kız... Bizim koloniye oldukça uzak bir kolonide ama hayatta. Bir süre önce konuşmaya başladık ve pek değişmediğini, hala eskisi gibi olduğunu düşünüyorum. Evet, hala eskisi gibi... Geçen zamana ve bunca zorluğa rağmen sevdiğim kız ile aramızda hala bir bağ hissediyorum. Ayrıca duyduğuma göre onların kolonisinde hemen herkes yaşlı olduğu için bir rakip çıkma olasılığı da oldukça az. Bir araya gelebilsek eminim ilişkimizi kaldığımız yerden devam ettirebiliriz. Bir sonraki telsiz konuşmamızı sabırsızlıkla beklerken kurduğum hayaller bunlar.

Sığınağımıza bir canavar girdi. Ben de savaşıp diğerlerine yardım etmek istedim ama bu isteğimi geri çevirdiler. Zayıf olduğumu, bir canavarla karşılaşınca donup kaldığımı ve bu yüzden ayak bağı olacağımı söylediler. Sözlerinin doğru olduğunu biliyorum tabi. Ama bu yine de söylediklerinin beni kırmadığı anlamına gelmez. Diğerlerinden ayrıldıktan sonra yardım etmek niyetiyle bende öne çıktım ama canavarla karşılaşınca donup kaldım yine. Ne kadar hareket etmek istesem de, ne kadar yardım etmek istesem de herkese, hiçbir şey yapamadım. Kolonimizdeki avcılar tarafından kurtarıldım. İşe yaramazlığımı bütün ağırlığıyla bir kez daha fark ettim. Bu olayda aramızdan birini daha kaybettik maalesef. Olaydan birkaç gün sonra telsizde konuşuyorduk yine sevdiğim kızla. Ne yazık ki övünerek anlatabileceğim bir tecrübe değildi başımızdan geçenler. Duyduğum kadarıyla deniz kıyısında yer alan o koloniye tekneyle bazı hayatta kalanlar ulaşmış. O kolonide bulunanları güvenli bir yere götüreceklermiş. Tam detayları duymak üzereyken telsiz bağlantısı koptu bir anda. Endişeliyim... Kötü bir şey olmamıştır değil mi?

Kararımı verdim! Sevdiğim kızın bulunduğu koloniye gideceğim. Arada günlerce sürecek mesafe, zorlu arazi şartları ve canavarlar gibi binbir çeşit tehlike olmasına rağmen... Gitmeye karar verdim! Beceriksizliğimin farkındayım tabi... Nasıl olsa burda dursam da kimsenin işine yaramıyorum. Ama sevdiğim kızın yanında olursam her şey çok daha farklı olur. Bu kararımı açıkladığımda kolonideki herkes karşı çıktı. Bunun intihar girişimi olacağını söyleyip kararımdan dönmem için beni ikna etmeye çalıştılar. Karşılık olarak bu kolonide kimseye bir faydam olmadığını; burada bulunup bulunmamam arasında çok da bir fark olmadığını söyleyince ikna edici bir cevapları da olmadı tabi. Böylece, beklediğim mutlu sona doğru macerama başladım. 

.....

Sonunda sevdiğim kızın bulunduğu koloniye ulaştım. Defalarca ölümle yüzleştiğim bu zorlu yolculuğumun sonu hiç de beklediğim gibi çıkmadı açıkçası. Bütün koloni hareket içindeydi. Eşyalarını topluyor, taşınmaya hazırlanıyorlar. Bütün bu telaş ve hareket içinde sevdiğim kızla konuşma fırsatını yakalayabildim. Beni karşısında görmenin verdiği şaşkınlık bir yana ne düşündüğünü sordum. Onu bulmak için çıktığım ve başarıyla tamamladığım bu yolculukla ilgili ne düşündüğünü sordum. Romantik olduğunu söyledi. Ama bu kadar... Sadece birkaç kuru kelime. Beklentimin aslında çok daha farklı olduğunu anlamış olsa ki anlatmaya başladı: Karşımdaki bu kız zorluk içinde geçen bunca zaman içinde kolonisinden bir erkekle yakınlaşmış. En zor zamanlarda birbirlerine destek olup birbirlerini sevmişler. Ama sevdiği adam yakın zaman önce ölmüş. Bu ölümün verdiği acı ve kolonideki sorunlarla uğraşmanın verdiği stresle mücadele ederken işte o sıralarda telsizle kızın bulunduğu koloniyi bulabilmiştim ben. İşte o sıralar konuşmaya başlamıştık tekrar. Çektiği acı ve sorumluluklardan kaçıp rahatlamak istediği sıralarda bir sohbet arkadaşı olmuştum ben sadece. Dertsiz ve tasasız olduğu eski zamanları hatırlatan bir anıydım sadece. Bunları duyunca anlamıştım işte; benim burada bulunmamı istememişti aslında. Onu bulmak için onların kolonisine geleceğimi bile söylememiştim telsizde. Oraya gitmek isteğime ne cevap vereceğini dahi duymaya gerek duymamıştım. Ani bir kararla yola çıkmıştım öylece. Bunca yıl kolonimde rahat ve güvenlik içinde yaşamıştım. Bu yüzden kafamı hayallerle doldurmuşum. Ama karşımdaki kız kolonisine liderlik ediyor, karşılaştıkları sorunlar ve zorluklarla bizzat ilgileniyordu. Zaman akmıştı ve akan zamanla birlikte kız da birçok şey tecrübe edip değişmişti. Gerçeklerle yüzleşmişti ve gerçeklerle yaşıyordu. 

Kolonime, sağ sağlim hedefime ulaştığımı haber vermek için telsizlerini ödünç aldım. Çok sevindiler benden haber aldıklarına. Ama söylediklerine göre ben ayrıldıktan sonra koloniye birden fazla kez girmiş canavarlar. Bulundukları yer altı sığınağının onları daha fazla güvende tutamayacağı açık. Herkesin iyi olup olmadığını sordum. Sonuçta yıllardır birlikte yaşayıp onca zorluğa göğüs gerdik. Gerçek bir aileden farkları yok benim için. Ne kadar aptalca bir kararla ailemden ayrıldığımı şimdi fark ediyorum. Oldukça zor bir durumda oldukları halde yanlarında değilim.  

Evet, şimdi daha iyi anlıyorum. Benim asıl yerim onların yanı. Uzun zamandır hep aynı ortamda bulunmamın etkisiyle çevreme, sahip olduklarıma duyarsızlaşmışım. Yaşamımın sanki tek amacıymış gibi gördüğüm aşkın peşinden gittikten sonra, beklediğim ile bulduğumun çok farklı olduğunu gördükten sonra daha iyi anladım geride bıraktıklarımın değerini. Kolonimde bana verilen kayıtsız şartsız sevgiyi daha iyi görüyorum artık. Beni olduğum gibi kabul eden, çabalarımı görüp destekleyen ve benimle gurur duyan ailemin değerini... Evet, duymak istemediğim şeyler söylemiş olabilirler. Ama o sözlerin hepsi beni güvende tutmak için değil miydi? Beni tehlikeden uzak tutmak için söylenmiş cesaret kırıcı sözler başlı başına bana verdikleri değeri göstermez mi? Sonuçta, bana değer vermeseler, önemsemeseler bana zarar verebilecek işleri ben istemesem de bana yaptırmazlar mıydı? 

Kendi kolonime geri dönüş hazırlıklarına başladım. Yola çıkmadan önce bulmak için yola çıktığım kızla son kez konuştum. Teşekkür ettim ona. Bana ilham olup bu yolculuğa çıkmamı sağladığı için teşekkür ettim. Çıktığım bu yolculuk hayatımın en iyi kararıydı çünkü. Yolculuğumun sonunda bulmayı umduğum aşk için değil. Hayır! Yolculuğum boyunca edindiğim tecrübeler için... Aşk bir aldatmacadan başka bir şey değil. Gelip geçici bir duygu yoğunluğu sadece. Güvenilmez ve gelip geçici olan bu duygu için hayatımızı tehlikeye atmaya değer mi? Ömrümüz boyunca yanımızda durup bizi destekleyen ailemizi bir kenara itmeye değer mi? Şimdi söyleyebilirim ki, bu yolculuğa çıkış nedenimin aşk olması aptalcaydı. Evet... Ama yolculuğun kendisi, bana kazandırdığı tecrübeler ve değerler gayet gerçek ve çok değerli. Bu yolculuk sayesinde hayatımda gerçekten değerli olan şeylerin farkına vardım. Kendi ayaklarım üstünde durabilme yeteneğini kazandım. Cesaret buldum. Aşk dediğimiz şey, insanlar bir deliğe kapanıp kendi başlarına ölmesinler, dışarı çıkıp diğer insanlarla etkileşime girsinler, yaşasınlar, tecrübe etsinler, öğrensinler ve öğrendiklerini başkalarına anlatıp onların da yaşamalarına imkan sunsunlar diye insan varlığına eklenmiş bir tetik sanırım. Oturduğumuz yerden kalkıp yolculuğa çıkmamız için bir bahane sadece. 

Beni yanlış anlamayın. Dışarısı tehlikeli bir yer. Ama bir delikte saklanıp sefil bir şekilde yaşayarak ölümü beklemek çözüm değil. Dışarıda çok büyük, güzel ve ilham verici bir dünya var. Tehlikeli diye yaşamaktan vazgeçmek yerine bu tehlikelerle baş etmeyi öğrenin. Bu hiç de imkansız bir şey değil. Benim gibi zayıf biri dahi dışarıda hayatta kalabildiyse siz de pekala başarabilirsiniz. Zorlu yolculuğumda karşılaştığım iyi bir dostumun dediği gibi, iyi içgüdüler hata yaparak kazanılır. Eğer ilk birkaç hatanızı atlatacak kadar şanslıysanız dışarıda idare edersiniz. Tecrübelerimden çıkardığım dersleri burada size anlatıyorum. İşinizi biraz da olsa kolaylaştırmak için. Hadi şimdi, korkup saklanmayı bırakın siz de. Çıkın dışarı. Yaşayın hayatınızı. Yaşayın, tecrübe edin, hata yapın, bu hatalardan dersler çıkarıp güçlenin ve çıkardığınız dersleri başkalarının da faydalanması için paylaşın. 

İNCELEME YAZISI 2: FİLMİN KONUSU

Aşk ve Canavarlar (Love and Monsters) filminin adında yer alan ''canavarlar'', evinizin eşiğinden adımınızı dışarıya attığınız andan itibaren karşılaşabileceğiniz binbir çeşit tehlikeyi temsil ediyor. ''Aşk'' ise; dışarıda karşılaşabileceğiniz onca tehlikeye rağmen yine de dışarıya çıkmanızın sebeplerinden biri. 

Yeni doğmuş bir insan henüz savunmasızdır. Güçsüzdür. Tek başına hayatta kalamaz. Bu güçsüz döneminde korunup gözetilmesi gerekir. Bu koruma ve gözetme işini ise aile dediğimiz toplumun en küçük birimi yerine getirir. İnsan; bebekliğini, çocukluğunu ve hatta belki de gençliğini ailesiyle birlikte geçirir. Bu evre insanın öğrenme, büyüme ve güçlenme evresidir. Fiziksel ve duygusal açıdan gelişip kendi başına yaşayabilmesi için gerekli becerileri elde ettiği evredir. 

Aileden sorumlu olan anne ve baba; yavrularının yeme, içme, barınma gibi hayatta kalması için zorunlu olan ihtiyaçlarını karşılar. Doğanın kendisinden ve diğer insanlardan gelebilecek zararlara karşı yavrularını korurlar. Bunu yaparken bir yandan da; dışarıda bulunan tehlikelerle başa çıkabilmesi, kendini koruyabilmesi ve kendi başına yaşayabilmesi için gerekli becerileri edinmesine de yardım ederler. Çünkü ailenin sağladığı koruma sürekli değildir. Gün gelir aile üyeleri ölebilir veya ayrı düşebilirler. Böyle bir durumda tek başına kalan çocuğun hayatta kalabilmesi için bazı becerilere sahip olması gerekir. Bu yüzden ailenin daha tecrübeli olan bireyleri, ailenin genç ve tecrübesiz üyesinin üstün iyiliği için yaşamın zorluklarıyla başa çıkabilmesi ve dışarıda kol gezen onca tehlikeye rağmen kendi varlığını devam ettirip ve hatta geliştirebilmesi için gerekli olan becerileri kazanmasına yardım eder. Ya da, en azından, olması gereken budur. 

Bir grup insanın bir araya gelerek aile olabilmesi için kan bağı zorunlu değildir. Aile, kan bağıyla bağlı olan insanların bir araya toplanmasından çok, birbirlerine karşılık beklemeden değer veren insanların bir araya geldiği bir topluluktur. Bu topluluğun üyeleri birbirlerini korumak, gözetmek ve mutlu tutmak isterler. Bu, mantıksal bir karardan çok duygusal bir istektir. Bu yüzden söylenenler ve yapılanlar, kaynağını genellikle duygulardan aldığı için, aile üyesinin üstün yararına her zaman hizmet etmeyebilir. Birbirlerine karşılık beklemeden değer veren, duygusal hareket eden aile üyeleri, henüz genç ve tecrübesiz olan ve bu yüzden de kolayca yaralanabilecek aile üyesini tehlikelerden tamamen uzakta tutmak isteyebilirler. İnsanın kendi başına hayatta kalabilmesi için gereken becerileri elde etmesi için bizzat tecrübe sahibi olması gereklidir. Bu tecrübe etme süreci ise çoğu zaman bir zarar görme riskiyle beraber bulunur. Ailenin zayıf üyesini bu risklerden tamamen uzakta tutmak isteyen aileler olabilir. Bu halde, her ne kadar koruma isteğiyle hareket edilse de aynı zamanda ailenin zayıf üyesinin tecrübe edinip kendini geliştirip daha da güçlenebilmesi için fırsatı da elinden alınmış olunur. Halbuki zorluklar ve tehlikeler karşısında hayatta kalabilmek için gerekli içgüdüler hata yaparak kazanılır. Tecrübe ederek, hata yaparak ve bu hatalardan dersler çıkararak edinilen içgüdüler ve beceriler güçlendirir insanı. 

Bütün ihtiyaçları ailesi tarafından karşılanan, ailesi tarafından korunan kişi, zorunda kalmadığı için kendi isteğiyle dışarı çıkıp zorluklarla yüzleşmez. Evinde kalmayı seçer. Evinin sıcak ve rahat ortamında, eğlenceli bulduğu şeylerle bütün vaktini geçirir. Böyle bir ortamda, bu kişinin, içinde bulunduğu şartların kendisi üzerindeki etkileri düşünmesi, dışarı çıkıp zorluklarla yüzleşmek ve kendini geliştirmek gerekliliğine inanıp kendini hareket etmeye ikna etmesi ihtimali ise oldukça düşüktür. Yaşamın gerçekleri diyebileceğimiz zorluklarla yüzleşmeyip kaçan bu kişi, ve hatta zamanla artan sayılarıyla bu kişiler, zayıf kalacaklardır. Evinin rahat ortamının bir adım dışında bulunan tehlikelerle baş edebilecek beceriyi kazanamayan bu kişiler, gün gelip bu zorluk ve tehlikelerle karşılaşmak zorunda kaldıklarında ne olacaktır? Şanslı olan birkaçı bu beklenmedik tecrübeden pek bir zarar almadan kurtulabilir. Yüzleşmeye hazır olmadığı böyle bir tecrübeyi şans eseri zararsız veya hafif zararla atlatanlar o noktadan itibaren kendilerini geliştirme ihtiyacını duyabilirler. Geri kalan çoğunluk ise, ya toparlanamayacak derecede ağır yaralanır ya da ölür. 

Eğer insanlar kendilerini geliştirmeye devam etmezse ne olur? Her geçen gün yeni tecrübeler edinip bunlar üzerinde düşünmez, bunlardan dersler çıkarmaz ve bunları diğer insanların da faydalanması için diğerlerine aktarmazsa ne olur? İnsanlar yaşamın zorluklarıyla boğuşmak yerine rahat ortamlarına kapanıp bütün ömürlerini bu şekilde geçirmek isterse ne olur? Akan zamanla birlikte, her geçen gün daha da artan sayılarıyla insan nüfusunun çoğu böyle bir yaşam tarzıyla zayıflarsa ne olur? Gün gelir de kendi zayıf halleriyle başa çıkamayacakları ve başlarını diğer yana çevirip görmezden de gelemeyecekleri bir tehlike karşısında yaşamlarını devam ettirebilirler mi? 

Neyse ki böyle bir durumun yaşanmaması ve en kötü ihtimalle insan soyunun tükenmemesi için insanlar olarak belli başlı özelliklerimiz var. Öncelikle; normalde insanlar olarak ne mutluyuz ne de mutsuz. Ruh halimiz başlangıçta, ölmüş bir insanın kalp ritmi gibi düz bir çizgi. Kişisel değerlerimize göre bizi mutlu edecek şeylerle karşılaştığımızda bu düz çizgi bir anda harete geçip bir tepe oluşturur. Mutsuz edici bir tecrübede ise çizgi ani bir düşüşle çukur haline gelir. Bu tepe ve çukurların derinliği ise mutluluk ve mutsuzluğumuzun derecesini ve aradaki diğer duyguları temsil ediyor. Ama bu inişli çıkışlı ruh hali ritmimizde ne mutluluk ne de mutsuzluk sabit değil. Sürekli mutlu veya sürekli mutsuz olamıyoruz. İnsan aynı şartlar altında uzun süre kalınca içinde bulunduğu duruma karşı hissizleşiyor. Duyguları yavaş yavaş azalıyor ve sonunda düz çizgi haline geri dönüyor. Bu yüzden bütün hayatı boyunca arzuladığı mutluluğa sonunda sahip olan kişinin bu mutluluğu uzun sürmez. Mutluluğun devamı için ruh hali ritmimizde hareket gerekir. Aynı şekilde mutsuzluk da sürekli değildir. Mutlu olmak için mutsuz da olmak gerekir. 

Ailesinin sağladığı rahat ortamdan zevk alan, bu sahip olduklarıyla mutlu olan kişinin de bu mutluluğu ve sahip olduğu şeylerden duyduğu tatmin hissi uzun sürmez. Zamanla mutluluk ve tatmin hisleri sıfır çizgisine geri döner ve yine mutlu olmak istiyorsa, tatmin arıyorsa hareket etmelidir. Yeni şeyler görüp tecrübe etmelidir. Bu yüzden insanların çoğunluğu hayatlarında sahip oldukları veya oluşturdukları rahat ortamda uzun süre kalmazlar normalde. Hareket etmeye, yaşamaya devam ederler. Ve böylece, kendimizi kabuğumuzun içine çekip her geçen gün zayıflamak yerine yaşamla yüzleşmeye devam edip güçlenmeye devam ederiz. (Tabii, günümüzün anormal şartlarında, tüketim toplumumuzda yer alan internet, sosyal medya, oyunlar gibi sonu gelmez eğlence ve zevk kaynakları bir insanı ömrü boyunca oyalamaya yetecek miktarda. Bu uğraşlar, pek çok kısa süreli zevki üst üste yığarak günleri, haftaları ve hatta ömürleri su gibi akıtıp geçirecek yapıdalar. Bunlar tam olarak bir mutluluk kaynağı olmasa da günlük yaşamın can sıkıcı yanlarından kaçıp saklanmak ve saklanılan zamanı olabildiğince eğlenceli geçirmeye yardım eden kısa süreli zevk kaynakları olarak insanda sahte bir tatmin ve mutluluk hissi oluşturuyor.)

Bir diğer özelliğimize gelecek olursak; insan sosyal bir varlıktır sözünü duymuşsunuzdur belki. Tek başımıza yaşamamız mümkün olsa da bizim için ideal olan değildir yalnızlık. Diğer insanlarla etkileşim halinde bulunmak isteriz. Tanışıklık, arkadaşlık veya aşk... Kendimizi aşkın pençesinde bulduğumuz andan itibaren o aşkın bizim için biçtiği yolda yürümeye direnemeyiz pek. Psikolojik yönelim ve felsefi düşüncelerle karşı cinse duyduğumuz yakınlık bir yana temelde üreme iç güdümüzün bizim için seçtiği kişiye yakın olmak isteriz. Üreme içgüdümüzün etkisiyle karşı cinsten bir insana yakınlaşma isteğimize aşk diyoruz. Aşk dediğimiz duygunun bulunduğu ortamda rahatlık veya eğlenceli aktivitelerle zaman geçirmek ve hatta güvenlik isteği arka plana düşer. Aklımızı etkisi altına alan aşk duyguları çevremizde olanları bize olduğundan daha farklı gösterir. Bu duyguların amacı bizi karşı cinsten çekici bulduğumuz insana yakınlaştırmak ve onunla ilişkiye sokmaktır. Böylece insan soyunun devamı sağlanmış olur. Aşk duygusunu tatmin ettikten sonra ise bütün varlığımızı doldurup taşıran o yoğun duygular hızla azalır. Ta ki yeniden uyanana kadar uyumak üzere geri çekilir. Bu yüzden aşk, bir yanılsamadır. Düzenli olmadığı gibi sürekli de değildir. Bu, aşkın önemsiz olduğu anlamına gelmez. Aşk insan soyunun devamı için oldukça önemlidir. Ama bunun yanında insanı harekete geçirdiği, rahat ortamından çıkarıp yaşamın kendisiyle yüzleştirdiği, tecrübe ettirdiği ve insanın yaşamasına aracılık ettiği için de önemlidir. Bu yüzden, aşkın ne olduğunu, neden olduğununu bilip ona göre hayatımızda bir yer vermeliyiz. Yoksa, aşk duygusunun etkisiyle akıl ve mantığımızın sisler altında kaldığı bir sırada yanlış kararlar almamız kaçınılmaz olur. Aklımızın yularını ele alan aşk duygusunun hüküm sürdüğü bir sırada hayatımızda gerçekten değerli olan bazı şeyleri bir kenara itip onları terk edebiliriz. Aile gibi... (İnsanın özellikleri bunlarla sınırlı olmasa da Aşk ve Canavarlar adlı filmde benim dikkatimi çeken özellikler bunlar. ) 

Peki ya; madem aşk yanıltıcı, güvenilmez ve gelip geçici yoğun bir duygu süreci, aşkımızın konusu olan insana bağlanmamalı mıyız? Filmde, aşık olduğumuz tek bir kişiye bağlanmak zorunda olmadığımız söyleniyor. Aşk duygusu, amacına ulaşmak için gerçekleri eğip bükerek insanın karar alma sürecini etkilediği için aşık olduğumuz kişiye bir ömür boyu bağlı kalmamak fikri ileri sürülebilir. Ancak, bu noktada aşk ve sevgi kavramlarını ayırmak isterim. Çünkü, aşkın güvenilmez özellikleri nedeniyle aşkımızın konusu olan kişiye bağlanmazsak yeni ailelerin kurulması da zorlaşır. Aile olmak için kan bağının bir zorunluluk olmadığını yazmış olsam da ailenin temeli, en doğal ve basit hali kan bağına dayanır. Evlenme kararıyla bir araya gelen kadın ve erkek ve bunların çocukları... Yeni doğmuş bir insanın olabildiğince iyi büyüyebilmesi için çok önemli olan aile kurumunun toplumlarda varlığını devam ettirebilmesi için aşkla başlayan ve sevgiyle devam eden aileler gereklidir. Evet, aşk güvenilmez. Adına aşk dediğimiz yoğun duyguların tatmin edildikten sonra büyük oranda azalması veya tamamen yok olması mümkün. İşte bu noktada sevgi devreye girer. Aşk, karşı cinsten birine duyduğumuz cinsel arzu; sevgi ise bu cinsel arzumuzun hedefi olan insanı tanıyıp iyi ve kötü özellikleriyle kabul edip onun varlığına saygı duyarak birlikte yaşama isteğimiz olabilir. Yani, aşkı güvenilmez bulup aşık olduğumuz insana bağlanmayı reddetmek yerine aşık olduğumuz insanla aramızda mantıklı sevgi bağları oluşturarak birlikte ideal aileyi kurmaya çalışmamız daha iyi bir yol olacaktır. 

Son olarak;
Filmin başlarında bir süs eşyasına işlenmiş şu cümle filmin konusu açısından önemli: ''Başka şeyler bizi değiştirebilir ama her şey aileyle başlar ve biter.'' Veya bu cümlenin bir diğer çevirisi olarak: ''Başka şeyler bizi değiştirebilir ama aileyle başlarız ve biteriz.'' 

Ayrıca, filmin sonlarındaki şu cümle ve o cümleyi kuran kişi de oldukça önemli filmi anlamak açısından: ''Aşktan daha takdire değer bir görev yoktur. Her dürüst denizci bunu bilir.'' (Diyor dürüst olmayan denizci. Filmde yer alan bir karakter olan denizci, kolonide yer alan insanları kandırarak kolonide bulunan malzemeleri yağmalıyor. Kurduğu bu cümle ise henüz gerçek yüzünü göstermeden önce ana karakterimizin aşk uğruna çıktığı yolculuğu övmek için kullandığı cümle. Film çerçevesinde bakarsak; yalancı bir insanın söylediği bu sözü tam tersi olarak anlamak gerekir. Aşktan daha takdire değer görevler de vardır.)

Emrah Özer - 01.02.2022

Tepkin Ne?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow